“BURSA E-DER GÖNÜLLÜLERİ 15. EĞİTİM DEĞİŞİM OKUMALARINI GERÇEKLEŞTİRDİ”

“BURSA E-DER GÖNÜLLÜLERİ  15. EĞİTİM DEĞİŞİM OKUMALARINI GERÇEKLEŞTİRDİ”

“Eğitim Değişim Okumaları”  kapsamında “İnsanlığın Dirilişi”  kitabını okuyan E-DER gönüllüleri, 23 Mayıs 2021 tarihinde Uzaktan Çevrimiçi yöntemiyle Zoom programı üzerinden kitabı değerlendirerek “15. Eğitim Değişim okumaları”  programını gerçekleştirdi.

Bursa Eğitim ve Değişim Derneği İl Temsilciliğinin koordinesinde gerçekleşen program, E-DER Bursa Temsilcisi Ümit Sadık KURŞUN’un açılış konuşmasıyla başladı.

Kurşun,  ” Eğitim Değişim Okumalarımızın, Uludağ Üniversitesi KAD Topluluğu ile ortaklaşa olarak 14.sünü; E-DER Eğitim ve Değişim Derneği Bursa ilimizi temsilen de 15.sini icra etmenin mutluluğunu yaşıyoruz” diyerek katılımcıları selamladı.

Pandemiden dolayı kitap kritiklerini üzaktan zoom programı üzerinden yaptıklarını ve programa 9 kitapseverin katıldığını belirtti.

Programda kitabın baştan sona tahlili yapıldı. Katılımcılardan Ümit Sadık Kurşun Bey tahlil öncesi kısaca şu bilgileri aktardı. “Bu kitabı oluşturan yazılar, Edebiyat başlıklı yazıya kadar 1974-1975 yıllarında Aylık Diriliş Dergisi’nde başyazı olarak, ondan sonrakiler ise 1976’da Diriliş Pazartesi-Perşembe Günlüğü’nde yayınlanmıştır.

Konuşmacılar Kitabın içerisinde geçen konuları incelerken özellikle aşağıda paylaşılan sayfa paragraflar üzerinde durulmuştur.

“İnsanoğlu kendini zaman zaman ortaya çıkan bahanelerle aldatmaktan hoşlanmaktadır. (syf. 9)

Medeniyetin uzağı görme, duyma ve yakalama gücü olan şairler ve düşünürler toplumun veya insanlığın mutluluğunu kitleden daha önce sezdikleri gibi gelmekte olan yıkıntı ve düşüşlerin titreşimlerini de vaktinden önce kaydederler. (syf. 16)

Batı, Afrika’yı da katmak suretiyle söyleyelim, Doğu’yu öylesine yere sermiştir ki, bir gün, kendi süresi dolduğunda ölüm döşeğindeyken bir bardak su istese onu sunacak bir eli ve kudreti bulma umudundan ortada eser yoktur adetâ. (syf. 16)

Avrupa uygarlık olarak ancak Avrupa sınırları içinde kalıyordu. Dışarı taşamıyordu. Dışarı taşışı sadece istilâ için oluyordu. Asya ve Afrika, Avrupa’yı bir uygarlık olarak değil, bir düşman, hatta kimi zaman tabiî bir âfet gibi idrak ediyordu. (syf. 18)

Tarih ve zaman kendi kanunlarının en haşin taraflarıyla hükmünü yürütmekte. Ve zaman zaman birikimler patlamalara dönüşmekte, insanlık bir bunalıma sürüklenmekte. (syf. 19)

Evet, insanlık Batıyı içiyor. Fakat bu içiş onu şifaya götürmüyor. Hatta yavaş yavaş zehirliyor onu. (syf. 20)

Bugün bütün insanlık, kölelerin Roma’ya isyanı gibi bir isyan içindedir Batıya karşı. Batıya özeniş ve batılaşış gibi görünen şey, aslında Batının silahıyla donanmak, Batı gücüne kavuşmak, sonra da Batının etkisinden kurtulmak arzusunun görünüşlerinden başka bir şey değildir. (syf. 23)

Rönesans, İslâm’a karşı, Hıristiyanlığın, eski Batı medeniyetini imdada çağırmasıdır. Bir başka deyişle, yeni çağın ruhu olan İslâm’a karşı kendini savunmak için ortaçağ ruhu olan Hıristiyanlık eski çağı, antikiteyi yardıma çağırmıştır. Bir nevi, gelecek zamana karşı geçmiş zamana sığınmak… (syf. 25)

Rönesans’ın açılışıyla Hıristiyanlık belki yok olmaktan kurtuldu. Çünkü, bu girişim olmasaydı, İslâm içinde eriyecekti. Yok olmaktan kurtuldu ama bir daha kendi başına varolmamak şartıyla. Halbuki gönül rızasıyla İslâm’a teslim olsaydı, insanlığın yararına olacaktı bu ferâgat. İnsanlık yeni bir döneme girecekti. Antikiteye geri dönüş gibi bir ters olguyla kararmayacaktı tarihin alnı. (syf. 26)

İnsan ve hakikat. İnsanlık tarihi bu iki kelimenin içinde yatıyor. İnsanoğlu durmadan hakikati arıyor. Buluyor, adetâ bulduğuna inanamıyor ve yine arıyor. Kaybediyor, yine arıyor. Kimi zaman da hakikat gelip kendisini buluyor, ama, insanoğlu bunu küçümsüyor, önemsemiyor ve hâlâ gerçeği başka yerlerde arıyor.  (syf. 36)

İnsan ruhu, aşırılığını, peygamber izinden ayrılmayı pahalı ödüyor. Cezasını adetâ kendi eliyle verir gibi. İntihar eder gibi. (syf. 42)

Ölüm aynası kırılınca, yavaş yavaş ışığın yerini karanlık, hakkın ve adaletin yerini terör, merhametin yerini jenosid, aşkın yerini egosantrisizm aldı. (syf. 46)

İnsan ruhunu ölümle yıkamak. Ölümü, ebedîlik abdesti gibi bilmek. Ebediyetin kapılarını güm güm vururken ölümle teyemmüm etmiş olmak. Ölmeden önce ölmenin yolunu araştırmak ve bunu bin bir dallı ağaç gibi ruhta ve toplumda sistemleştirmek…  (syf. 47)

İnsanların yeniden mutlaka inanmaları, mutlaka dönüşleri, onları, yeniden bu dönüşün ve inanışın, yenide oluşun, ki biz ona diriliş diyoruz, merkezi olarak tapınakları seçmeleri ve oluşturmaları, ruhlarının tuğla gibi birbirine bitiştirilerek örülecek tapınakları kurmaları yoluna çıkaracaktır. (syf. 53)

Eskinin “mümin” kavramının yerine “devrimci”yi koyma yenikliği içinde ezgin bir çağ bu. (syf. 57)

Varolmak, tesir etmektir. (syf. 67)

Çağımızda devrimi bir radikalizm gibi anlamamak gerekir. (syf. 75)

İslâm ülkeleri içinse, devrim, batılılaşma, kendi medeniyetine ihanetten başka bir şey değildir. Çok radikal bir değişime ihtiyaç vardır şüphesiz İslâm ülkelerinde. İsterseniz bunun adına devrim deyiniz, isterseniz daha doğru bir adlandırma ile, D i r i l i ş deyiniz. D i r i l i ş, batılılaşmaya paydos deyiştir. D i r i l i ş, içe doğru radikal bir değişimdir. Daha sonra da bu değişimin dışa yansıması olacaktır. D i r i l i ş, dev veya cüceler ülkesi kuran Batı ütopyalarına set çeken bir öze dönüş değişimidir. Gelen diriliş erleri, çağın alnına “Devrim yok Diriliş var” sloganını yazacaktır. Ya da “Gerçek Devrim Diriliştir” sloganını. Ya da, devrimi bugünkü anlamında kullanan bir deyiş içinde: “Devrimin ötesi var: Diriliş” sloganı. Batı, hep devrim “ihraç etti”. Şimdi de D i r i l i ş “ithal” etsin. (syf. 79-80)”.

Programın devamında kitapta yer verilen konu başlıkları irdelendi katılımcılar söz alarak kitap hakkındaki düşüncelerini dile getirdiler.Program, katılımcıların memnuniyetlerini belirtmeleriyle ve bir sonraki ay okunacak kitabın tespit edilmesiyle son buldu.